Eskide zaman nasıl geçerdi, meslekler nelerdi? Buna dair pek çok hatıra ve isim var sitede. Hacıköy’ün geçmişteki ahvali, defaten ve en iyi şekilde şerhedildiğinden, evvelce yazılanları tekrar ile emeğe saygısızlık, okuyanlara yorgunluk vermek istemem.
Yazının konusu Hacıköy’deki menkıbe (-hikaye) anlatıcılarına dair bir iki hatıra. Elektrik, radyo bir tarafa, şebeke suyunun olmadığı, kahvenin yerini çay’ın almadığı, şekerin ilaç niyetine olduğu zamanlar. Vakta, ahalinin hoşça vakit geçirmesine, yerel kültürün nesillere aktarılmasına vesile olan insanlar. Meddah denilebilir mi bilmem. Belki meddah olanı vardı, lakin buna dair malumatım yok.
Hiçbirini şahsen görmüşlüğüm tanımışlığım yok.Yazacaklarım parça parça duyduklarımdan ibaret. Yaşadılar, rahmete göçtüler. Şaşırtan, gülümseten, zeki, yetenekli, nüktedan insanlar, her halleri gerçek, adam gibi adamlar. Buna inancım tam.
Yetmişbeş seksen sene öncesi. İhtimal 1935-1940 seneleri. Merzifon’un Havza’nın memleketin öbür ucu olduğu sanılan yıllar.
Şimdi yakın olan mesafelerin, eskide uzaklığı konusu açılınca hep aklıma gelen şu kısa söylenceyi konudan sapma pahasına anlatmasam rahat edemem. O seneler, belki daha eskide, Hacıosmanlar sülalesine adını veren Rahmetli Hacı Osman. Hem tanımış, hem zengin. Belli ki Hacıköy’den dışarı pek çıkmamış. Ne sebeple bilinmez Amasya’ya gitmesi gerekmiş. O zaman Amasya’ya yaylı tabir edilen at arabasıylaYedikır üzerinden gidiliyor. Doğru dürüst yol yok iz yok.Yaz vakti güneş altında çorak Yedikır kavruluyor. Üç saat mi beş saat mi bilinmez yol bitmek bilmiyor. Hacı Osman’da söylenip duruyor. “Memleketin bu kadar toprağı varıken gavurla niye harbederiz ki?
Neyse konumuza dönelim. Menkıbe anlatıcısı olarak ilk “Şeherlinin Kadir” lakaplı, Demirci Kadir Usta’yı duymuşluğum var. Ancak yazıda Kadir Ağa’dan kısaca bahsedilecek. Bunun tek nedeni hakkında duyduklarımın azlığı. Belki bu yazıdan sonra Kadir Ağa hakkında yeni bir şeyler bilenler çıkar ve ilave yaparlarsa bu hem aydınlatıcı, hem sevindirici olur. Kadir ağa muharrem ayı geldiğinde sıra sıra köyleri dolaşır “Hz. Ali cenkleri ve kerbela hadisesine dair menkıbeler” anlatır. Birde, yaz olsun, kış olsun kayın pınarı oluğunda serinlermiş. Allah rahmet eylesin.
Hafızamda en çok yer eden isim Hasan Baba Nam-ı diğeri çerezci Hasan Baba Hasan Baba kapılardan sığmaz , boylu, mücessem, müşekkel. Elinde kalın sağlam ve yarı boyuna yakın asa. Heybetli bir adam.
Kimlerden bilmiyorum. Bekir adında mühendis bir oğlu olduğunu duymuştum. Dış görünüşü ayrıntılı tariften muradım, yaşanmış olanı zihinlerde mümkün mertebe gerçeğe yakın canlandırma arzusu. Hafıza kayıt cihazı değil tabii. Sözümde hata yahut bir yanlış anlaşılma olursa burada isimleri yazılı kişilerin şimdi hayatta olan yakınlarının peşinen affını dileriz. Eleştiriye konu kısımların çıkarılmasına , hatta yazının tümden kaldırılmasına itirazım olmaz.
Mekan; Kahveci ibraamın (İbrahim Akca) kıraathanesi. Şimdilerde Civek Ömer’in ziraat dükkanı olan yer. Üst katı o vakit Özel İdare Dairesi. Belliki zamanın popüler mekanı. Zira aynı kahvehanenin bir köşesinde ressam Ali Rıza Bey’in (-Vahidin İsmail’in oğlu) resim yaptığını da duydum. O zamanlar, şu an Alpaslan Eczanesi olan yer dokuma kooperatifi . Kooperatif, ev tezgahların da dokunan çadır bezi için iplik vermede, sonra dokunan çadır bezlerini toplayıp pazarlamakta. Karnı dar insanın olmadığı zaman mı var? Doktor Necip beyin oğlu Yusuf kooperatif idarecisi iken, halk arasında kooperatif idarecilerinin suistimal yaptığı dedikodusu yayılmış. Dedikodu yayan fesatlara kapak olması için kooperatifin camına asılan “deve kervanı ve yandan ona havlayan köpek resmi” bu kahvehanede yapılmış.
Asıl konuyla alakası yok farkındayım. Ali Rıza Beyi 1978 senesinde Hacıköy’de yağlı boya resim yaparken gördüm. Kendimi tanıtınca ; “Biz akrabayız”, “İstanbul yolu yapılıyor ya”.” Devrent köyünde yol kenarına lokanta açılacak. Bu resmi onun duvarına yapıyorum” demişti. Resim noldu?, lokanta açıldı mı? Şimdi bilmiyorum. Sonra yağlıboya resim yapma konusunda kısa bir kurs verip, küçük bir ağacı boyamama izin verdi. Baba tarafından kuzenim yani. Bu yakınlığa binaen yazı da bir kayırma yapıp onu da yadettim. Mekanı cennet olsun. Eh o kadarı da hoş görün.
Dönelim İbraamın kaveye. Görünüm şöyle. Bilhassa uzun kış gecelerinde yatsıdan sonra meraklılar kahvehaneye toplanır. Hasan paşa sobaya yakın hususi ve daimi olarak kendisine ayrılmış olan sandalyesinde yerini alır.
Hasan babanın girişi ile ocakcı cezveyi ateşe sürer. Isınan suya neredeyse yarıya yakın şeker atar, bal kıvamına gelinceye kadar kaynatır. Kaynatma yada kestirme de denen bu kıvamlı şerbet, hikaye başlamadan Hasan Baba’ya ikram edilir. Hasan Baba hikayenin devamınca usul usul içer. Tam yanı başınki sandalyeye de her zaman Dilkicinin Ali (İsmet ve Ali’ nin babası) oturur. Bu ikili ve sandalyeleri hiç değişmez.
Ali efendi de yapılı. Hasan Paşa’nın hikayelerini harfini bile kaçırmamacasına pür dikkat ve ciddiyetle dinler ve önemser. Lakin, hem günün yorulduğunun, hem cüssesinin tesiri ile sıkça da uyuklar. Her uyukladığında, meşhur sopa sertçe yere vurulup "Ali Ali uyan burada eşşek osurmuyo" deyip uyandırılır.
Bazen tarihi olay tarih kitaplarında hiç yazmayan yönleri ile, bazen tuhaf efsaneler, geçmiş olaylar seyircinin heyecan ve merak dozuna göre her defasında değişik şekillerde anlatılır. Asa burada fevkalade önemli. Adeta bir yardımcı.
Hikayeye dikkat çeker. Ağırlaştırıcı hızlandırıcı görev yapar.
Bazen dikkati dağılan seyircinin dikkatini toplamak yada hikayenin heyecanını arttırmak için sertçe yere vurulur. Bazen kılıç olur sallanır. Bazen top tüfek olur düşmana nişan alınır. Kimse anlatılanda mantık, zaman -mekan bağlantısı sorgulamadan pür dikkat dinler. Sadece Dilkicinin Ali, çok mantıksız olan bir durumda, yada aşırıya kaçan tuhaf bir olaydan bahsedildiğinde, “nasıl yani?” mealinde münasebetsiz sorular sorar. Her zaman sertçe “Ali orayı karıştırma şimdi” ikazı ile susar. Hikaye biter herkes kendince farklı düşlere, düşüncelere dalıp dağılır.
Hikaye anlatıcılarına dair duyduklarım bu kadar.
Hem karıştırılma ihtimalini gidermek ve hem de unutmadığımızı göstermek için Postacı Hasan Paşa’yı da burada anmamız gerektiğini düşünüyorum. Ta ki Çerezci Hasan Baba ile Hasan Paşa karıştırılmasın. Hasan Paşa; Asıl mesleği posta dağıtıcısı olan Hasa Kartal. Hasan paşanın ileri derecede av meraklısı olduğunu ve komşusu Vahidin İsmail ile ava gittiklerini ve sürekli av hikayesi anlattıklarını bilen bilir. Hasan Paşa’nın gözü gibi baktığı atına düşkünlüğünü de duydum. Hatta bir şey olacak endişesi ile evham edip geceleri uyuyup uyanıp ahıra göz atmadan rahat edemediği anlatılır. Anlattıkları av hikayelerinin çoğu partal diyenleri de duydum. Lakin böyle fesatlara kulak asmaya değmez. Hem yazımızın konusu da değil bu. Rabbim onlara da rahmet eylesin.
Şimdi tamamı rahmete giden bu insanları hürmetle anıyor, yeniden ve yürekten rahmet diliyorum. |